11 Temmuz 2021 Pazar





yaşadıklarımızın toplamını barındıran ve anlamlandıran bütünsel zaman dilimlerinin tümünü kapsayan şeyleri ‘hayat’ olarak isimlendiriyoruz.

hayatı gerçek ve somut haliyle oluşturan; bütün duyularımızla algıladığımız tüm bu şey ile olgular bize hayat denilen bu tümleşik tiyatro oyununa benzeyen karmaşayı kimi zaman sevdirip kimi zaman da nefret ettirirken bizlere bilumum duygu durumlarını yaşatıp daima da hissettiriyor.
zaman-zaman bu hayatı yaşayıp yaşamadığımızı sorguluyor ve anlam yükleyemiyoruz.
birbirinden çok farklı olmayan saatler dilimin akışında düz ve rutin bir çizgide yol alıyorken birden adlandırılması karmaşıklık olarak düşünebileceğimiz bir şey oluyor.
daha önce hiç görmediğiniz bir yüz çıkıveriyor karşınıza, diğer/dünyada geriye kalan herkesin sahip olduğu bir yüze sahipken bu insanın yüzü bütünden ayrılıp size adlandırılması mümkün olmayan ya da anlatılması karmaşıklaşan bir duygu durumuna itiyor.
artık o insan yeryüzündeki diğer insanların bütünlüğünden kopmuş ve tanıdığınız-tanımadığınız yüzlerce, binlerce, bol sıfırlı rakamlara denk gelen milyarlarca insandan çok daha değerli ve bir o kadar özel olmuştur.
artık o rutin ve sıradanlık ölümlü bir hale gelip çizginin dışına çıkmış bulunuyorsunuz. o an’a kadar yaşanmışlığınızda geçen bölümler sıfırlanıp çizginin dışına düşmüş oluyor.
hayatınızdaki ilk doğum sona ermiş olup yeniden dünyaya gözlerini açmış bir bebek gibi olurken ezberlerinizde biriktirdiklerinize haince davranıp her şeyi yeniden tanımaya, bulmaya, icat etmeye başladığınızın farkına da varmış oluyorsunuz.
sevgi dozajınız artıyorken daha merhametli, daha hissiyatlı, daha duyarlı olup herkese gülümsediğinizi belki de hiç fark etmiyorsunuz bile…
doğadaki renklerin daha bir renkli olduğunu görüp azınlıkta kaldığınız her şeyin çoğaldığına şahit oluyorken, çiçeklerin- bitkilerin, hayvanların farkına varıyor, içtiğiniz suyun, soluduğunuz oksijenin tadında tavan yaparken yeryüzünde kanatlı bir canlıya dönüştüğünüzün farkına varıyor ve şaşkınlığın uçurumlarında mutlu-mutlu yuvarlanıveriyorsunuz.
her şeyi ilk defa gören/tanıyan bir insana dönüşürken etrafınızdakilerin gözlerinizdeki ışık ve enerji ile kendilerinin de anlık mutlulukları yakaladıklarına tanık oluyorsunuz..
canlı –canlı tanık olduğunuz şey bir insanın bir diğer insan hayatında ne çok şeyi değiştirebildiğidir.
varlığınızda yıllardır hiç tanımamış olduğunuz o insan sizi bambaşka bir kişiliğe büründürürken artık kendinizi tanıyamamaktan öte önceki yılların önemsizliği ve gereksizliğini hissettirmiştir.
neden daha önce yoktu’lar sorgulanmaya başlanmıştır bile.
inançlıysanız dua etmeye başlamış değilseniz en kutsalınız o olmaya başlamıştır ve ona şükürlerden-teşekkürlerden demet-demet sunmaya hazırsınız hatta başlamışsınızdır bile.
mutluluk gelip sizi de ziyaret etmiş ve kalıcı olması için gereken her ne varsa yapmaya hazırsınız.
zira o kişi hayatınıza girip varoluşunuzu yeniden adlandırıp-anlamlandırmış ve sizi sizinle tanıştırmıştır.
beyninizin v yüreğinizin en kıvrım yerlerinde kalan her şeyi yeniden gün ışığına-aydınlığa çıkarmış o insana siz
artık aşık’sınız.
ve artık anladınız ki aşksız geçmiş her bir gün yaşamınızda eksik yaşanmış bir gündür.
aşk her şeydir / aşık olun / aşk güzeldir. ?

 

23 Haziran 2021 Çarşamba

Hazal bebek

Şiir severmisin ? diye seslendi 


Şiir’in kendisinde bulmuş haliyle, tüm inceliği ile zerafeti ve bin yıllık şiirlerin sesine ve yüzüne

yansıdığı bu kadına şiire aşık olduğumu hangi sözcükle nasıl anlatabilirim ki ?

Tabi ki imdada yine şiir yetişir...

Şiirle büyüdüm; hatta bir kızım olursa eğer adını şiir koymaktan imtina etmeyeceğim. 

Cümleyi

kullanırken benim düşüncemi de cümle içerisinde ifade ettiğinin hiç farkında değildi.

Çocukluğu şiirin hakimiyetinde geçmiş güzel bir kadın, her Pazar günü bağıra-çağıra mutlaka yüksek

sesle şiir okuduğunu öğreniyorum.

-bugün Pazar, bugün ilk defa güneşe çıkardılar-

Devrimci bir ailenin aşk meyvesi olan güzel bir kadın, -teyzem, eniştem, dayım o aralar hepsi de

devrimciydi-

Dünyayı anlamaya çalışan küçücük bir çocuk daha ,çocuk ama ama fizik kurallarına isyan ve inat etmiş

bir çocukluk yaşamış; yaşamamış doğurmuş gibi ...düşünsel olarak erken büyümüş bir çocukluk

Daha altı yaşında Annesi babası gözaltında, teyzesi-eniştesi hüküm kesinleşmiş aranıyorlar..

Biraz daha geriye dönüyor bu kez kendisine anlatılanı aktarıyor , filmlere senaryo olacak cinsten bir

öykü..

12 Eylülün en acımasız günleri, ülke karanlık, Teyze hapis. Annesi Mamak hapishanesine kız kardeşini

ziyarete gidiyor; anne şiirsel kadına hamile, Hamile kadının üstüne köpekleri salıyorlar hapishane de...

Teyzenin üzerinde denemeyen işkence yöntemleri kalmıyor tıpkı ülke de esir alınmış binlerce

devrimci gibi

Teyze direnişte...

Annenin hamileliği kötü sürüyor 10 aylık ama bir türlü doğmayan çocuk...

Doğum masasında geçen tehlikeli üç günden sonra anne şiirsel kızı doğuruyor ama nasıl doğuruyor.

Ya anne ölecek ya bebek, bebek anne karnında ters bir hal de sezeryan imkansız..

Bebeği doğuramayan anne tıpkı o deyim gibi dokuz doğuruyor. Bir doktor çıkıyor tüm peygamberlere

bedel ; tanrının yeryüzünde vücut bulmuş sureti anneyi de kurtarıyor kızı da, doktorun eşi bir doğum

esnasında hayatını kaybetmiş , doktor diyor ki kızın adını Hazal koyar mısınız? Doktor ölen eşini bir

daha yaşatıyor doğanın döngüsü bir hastahane de yine işliyor..

Kürt kelimesinin yasak olduğu-esamesinin okunmadığı bir karanlık coğrafya da ölen bir kürt kadını

ismini bir türk kadınına devrediyor.. Ağır hasta olan anne yaklaşık üç ay daha hastahane de

yatıyor.Aynı zaman dilimde hapishane de olan teyze hazalın doğduğu gün yüz kır bir ile yüz kırk adlı

maddeler ülke anayasasında tarihe karışırken teyze özgürlüğüne karışıyor. Hazal teyzesine uğur

getiriken aynı zaman da Teyzenin anayasası dünyaya gözlerini açan bebek hazal oluyor .


Hazal bebek ev de anne hastahane de ile baş gösteren ayrılık sonucu bir kopukluk doğurarak anne ile

bebek arasında hiç bir zaman bağ kurulamıyor. Hazal bebeği biyolojik annesi yerine teyzesinin

hapishaneden koğuş arkadaşı Ayşe kadın besliyor, teyze ve Ayşe kadın Hazalın anneleri haline

dönüşüyor.

C-89 dan Notlar





Yaşamın akışında, hayatımızın her yeni gününün bir önceki günün devamı değil de aynı olması,

Tecrit ve tecritte olmanın temel kuralı gibidir.

Zaman kavramına ara verilmiş, saatlerin ilerleyişinin önem arz etmediği, otuz-otuz beş metre kare

alan da en çok karanlığın ve aydınlığın göze çarptığı; ki zaman tasavvurunu sadece günün aydınlığı ve

gecenin karanlığı ile yapmak tutsağın kriteridir.

Başka bir dünya yaratmak isterken içinde olduğun dünyadan çekilerek bir ağacın dalından koparılır

gibi bu hiçbir yere ait olmayan hücre de olmak insan oğlu ve kızına ait olmayan bu yapay dünya da

olmak, biriktirilen ortak mirasın dışına itilmek ve yapabilirliğinin elinden alınması, özgürlüğünün

tutsak edilmesi ve nihayetinde insanlık denilen devasa aileden koparılıp tecrit edilerek yalnızlığa

mahkum edilmek...

Dış dünyanın sensizliğinde vermiş olduğu her bir şeye ara verilmiş hissini bölen bir ölüm uyandırır

bazen..

İnsanlık 16kg. ve iki ekmek..

Ölü bir çocukla yitirilen kocaman bir çocukluk anıları,

Her gece giden-gelen-giden tren sesleriyle yaşama sımsıkı atılan kalın bir halat gibi umut-lar,

Bölünen veya gelmeyen uykuların öncesi ve sonrasında düş(ünce)lerin nötr haline atılan kulaçlar,

Aşırı soğuk veya aşırı sıcak gecelerin yalnızlığında bir saat sesine odaklanmış akrep ve yelkovanların

sessizliğine eşlik eden saniyelerin tik-takları, tik-tak, tik-tak …

Bazen yakınındaki bir nöbetçi kulübesinden yükselen bir askerin anlamsız bağırış-çığırışlarına takılan

ve kulak kesilen benliğine söz geçiremeyişin..

Birden ertesi gün sevgili den gelme ihtimali olan mektubun bir ışık gibi beyninde parlayışı, o an da

gülüşünü göremediğin gözlerinin karanlıkta aydınlıklar içerisinde yüzmesi..

Okunması birkaç yıla sığacak romanların, kitapların günler içerisinde sayfalarının art arda çevrilişinin

ardından tükenişi ve canının bir kadeh kızıl şarap çeker gibi gün yüzüne çıkan şiir okuma arzusuna

boyun eğip gecenin bir vaktinde önünde gördüğün ‘yeryüzü ayetleri’ Füruğ’un kaleminden Türkçe

okumak..

Uzun sürmüş bir günün, bitmemiş bir günün kendini geceye devretmesi sonrası ‘ULYSSES’ Mr. Bloom

ile Dublin yolculuğuna çıkmak.. bir kahve daha-kaynamamış ve köpüksüz- ve bir sigara daha, ne de

olsa gece uzun, geceler uzun, yaz geceleri tümden uzun ..

ve uzak bir zaman dilimini temsil eden saatler ve dakikalar ..

Aykırı bir yaşama verilen bir ödül müdür bu ceza…

Uzadıkça uzuyor, gün ve geceler uzamak da ..

Günler çoktan aylara terketti nöbetini, aylar ise yıl olmaya meyilli,

Dışarı da esir alınmış bir ülkenin yanında içeri de esir düşmüş bir bedenin hükmü mü olur- sözü mü

olur ..


Radyo da..

Günü zehirleme ustası yinelenen ve tükenmeyen masalı tekrarlamaya devam ediyor,

Başörtülü bacımızı……

Takılıp kalamıyorsun; sözcükler küfürlü bir renkle dolaşıyor etrafında-hücrende

İnsanlığın başına gelmiş felaketler olduğu gibi ülkelerin başına gelmiş felaketlerle dans eden

kişi-lik-siz-ler… radyo ile birlikte şimdi hücren de dans ediyorlar ve harfler ve kelimeler, cümleler,

abeceler anlamlarını- özlerini kaybedip yitirmek de ..

yalan bir erdem gerçek ise suç olurken isyanın kızılı tüm hücrelerinden-damarlarından beynine akan

kan’a dönüşüyor...

radyo kapanıyor.

Kitap açılıyor…

’gözlemleyebildiğimiz evrende ki yaklaşık bin milyar yıldız kümesinden yalnızca biri olan sıradan bir

sarmal yıldız kümesinin kenar bir mahallesindeki ortalama bir yıldızın etrafında dönen orta çapta bir

gezegen olarak -/ele alındığı çağdaş bir görüşe geldik….….


2016 -Radikal blog

Bayrakları bayrak yapan uğrunda söylenen tonlarca yalandır

 




12 eylül’ün hemen sonrası, ilk okula yeni başlamış 6 yaşında bir çocuğum -Yıllar sonra bu toprakların

gördüğü en büyük faşistlerden biri olduğunu öğrendiğim- Kenan evren Hatay da. okulumuza gelecek

diye sınıfımızda ve okul içinde büyük koşuşturmaca vardı , ben ise hiçbir şey anlamıyordum aklımda

kalan bayrak faslıydı sadece, her birimizin ellerine 2 tane küçük bayrak tutuşturuldu ve devlet başkanı

geldiğinde sallayacakmışız. Bir elde ay yıldızlı diğer elde Mustafa kemalin kalpaklı resmi olan

bayrakları yırtılmasın –yıpranmasın diye özenle taşıyoruz.

Henüz altı yaşında birer çocukken hafızalarımızın derinliğine bayrak ve sevdası aşılanmaya başlanan

ülke de Bayrağa sevgi duymamız gerektiği konusu sonradan defalarca işlendi durdu.

İlk gençlik yıllarımda bayrakların okulları aşıp ebatlarının büyüdüğünü gördüğümde içlerinde genç ölü

bedenleri taşıyan tabutlar haline dönmüştü.. yine özenli yine düzgün yine tabutun içindekine değil de

bayrağa saygı şeklinde tezahür ediyordu tüm televizyon kanallarının günde defalarca gözümüze

soktuğu törenler.

Aradan yine yıllar geçti, bayrak nedir? ne değildir? Nerede-niçin-nasıl kullanılır diye okuyarak,

yaşayarak ve görerek öğrendim-öğrenmeye devam ediyorum.

Özellikle son 15-20 gün içerisinde açtığımız her TV kanalında denk geldiğimiz her haber programında -

ki bazı kanallarda haber programı olması da gerekmiyor- haber sunucusu ve spikerlerinin o duygu

ölümü yaşayan yüz ifadelerini gördüğünüz vakit dikkat edin..!

Haber spikerlerinin sahte duygularla boş-boş kameraya bakarken gözlerimize göründüklerinde;

bayraklara sarılı genç ölü bedenlerinin şehit olduğunu duygusal sömürü eşliğinde izah ederek bizleri

ikna etme çabası, ‘Bayrağa sarılı şehit’ kelimesini defalarca kullanarak ruhumuzu beynimizi yüreğimizi

kirletme amacıyla ajite ederek sahiplerinin servis ettiği haberleri yüksek perdeden dikte ettirerek

insanın varoluş sınırını zorlarken bir başkasına karşı bizleri öfke ve nefret duyguları ile doldurma

çabası insanlık ve varoluş adına utanç vericidir.

Sistem ile uşakları bu ve bu gibi benzeri tüm haber ile manipülasyonları hep bayrakla örtmeye

çalışıyorlar..

Ana tema olarak Bayrak kullanılan tüm bu haberlerin yüzde doksan dokuzu yalan içerir, bu yalanların

temel amacı iktidar aracının yöneticilerin iktidarını sağlamlaştırmaktan başka bir şey değildir.

Ülke de Ölü genç adayından daha çok ne var? Bayrağa sarılacak şehit fakir bedenlerden çok ne var ?

Ne de olsa tüm pislikleri örttüğü gibi kocaman bayraklarımız ile öretemeyeceğimiz hiçbir şey yok…

Bayrakları bayrak yapan uğrunda söylenen tonlarca yalandır.!

Bütün televizyon kanalları hiç durmazcasına yalan söylüyorlar, iktidar aracının yöneticileri olan

hükümete yaltaklanmak için o koca koca bayraklara sarılı genç ölü bedenleri arsızca pervasızca

kullanarak bizleri ve duygularımızı her gün defalarca sömürüyorlar.

Dünyanın hiçbir bayrağı hiçbir canlının canı kadar değerli değildir-olmamalıdır. Her bayrak ilk önce

ölümü temsil eder ve temsil ettiği ölümü şehadet zırvalarıyla bütün devletler ve ideolojiler bizlere

kutsal diye sunar.


Aldanmayalım.! kutsal olan insandır; yaşayan, canlı olan insandır kutsal olan.

Ölü insan ölüdür.! Şehit ise büyük bir yalandır.!

Dünyanın bütün bayrakları katliam araçlarının önde gideni, en büyüğüdür, insanları sömürmek ve

sömürü üzerine kurulu sistemin ömrünü uzatmak için ilk zerk edilen uyuşturucu bayraktır. Bilinsin ki

nerede bir bayrak varsa ‘yalan’ orada bir maraton halinde koşuyordur. Bayrağın vatan, onur, ülke,

namus vb. kavramları temsil ettiği iddiası ise eski ve bitmeyen bir ninniden ibarettir. Bu ninniyi

yıllarca hepimize dinleterek uyuturken bayrak üzerinden milyarca doları ceplerine aktarıyorlar.

Rengi, ebatı, şekli her ne olursa olsun, her kim veya neyi temsil ettiği iddia edilirse edilsin her bayrak

iktidar sahiplerinin, sömürücülerin, katillerin, hırsızların pisliklerini örtme aracından başka bir şey

değildir.

Ülkemizde son 20 gündür bayrak genç ölü bedenlerini ve gerçekleri örtmekten başka hiçbir işe

yaramıyor. Aynı seneryo tekrar tekrar filme çekilirken insanlar ölüyor.. genç insanlar..

Hiç kimse şehit olmaz.. o şehit dedikleri herkes sadece birer ölüdür şimdi.! Bunun aksini iddia eden

her kim ise Aziz Nesin’in yüzdelik hesabına dahildir.

Bayrak üzerinden, vatan üzerinden, ırk üzerinden, ölü genç bedenler üzerinden her kim politika

üretiyor ve nemalanıyorsa ilk düşmanınız o’dur..

Her bayrak ölüm, gözyaşı, kan ve sömürüdür.

Her bayrak zulümdür.


2015

BİN YIL ÖNCE HAÇLILAR BİN YIL SONRA CİHATÇILAR



Yaklaşık bin yıl önce 1096 yılında neredeyse o zamanın tüm Avrupa ülkelerinden papalığın emri ile -din adına- Kudüs’ü fethetmek üzere binlerce haçlı savaşçısı yollara düşer.
O tarihten yaklaşık bin yıl sonra yine neredeyse tüm Avrupa ülkelerinden ayrıca Afrika ve daha dünyanın bir çok ülkesinden aynı iddia ile – Din adına- Müslümanların yaşadığı belirli başlı şehirleri fethetmek için (en başta SURİYE) yollara düşen cihatçı, terörist, eli kanlı katiller arasında nüans farkı mevcuttur.
Haçlılar sadece Müslümanlara karşı savaşmadılar, aralarında Ermenilerin, Rumların, Süryanilerin ve diğer kadim Ortadoğu halklarına karşı da savaştılar, binlerce insanı katlettiler-kıyımdan geçirdiler.
Günümüzün katilleri cihatçılar da aynı şekliyle kendilerinden olmayana yaşam hakkı tanımıyorlar, Suriye de, Irak da ve Afrika ile Asya’nın farklı coğrafyalarında Hristiyanları, Alevileri ,kürtler,ezidiler, Süryaniler ve hatta sünni inanışına mensup insanları dahi gözlerini kırpmadan asıyorlar, kesiyor, doğruyor , yakıyorlar ve çarmıha geçiriyorlar.
Yüzyıllar öncesinin katliamlarına tanık olan kentler yine yeni katliamlarla karşı karşıya kaldılar-kalıyorlar. Zamanın tarihçisi ibni-cübeyr in deyimiyle ‘’şam’ı ayın etrafındaki hale gibi çevreleyen zengin ‘GUTA’ vadisi tam harabeye döner’’
Aradan yaklaşık bin yıl geçecek yine GUTA yı harabeye çeviren cihatçı katil sürüsü şam’ı kuşatmaya alacak ve yine başaramayacaklar.
Bu günler de cihatçıların mesken tuttuğu ve cephe gerisi olarak kentleri haline gelen-getirilen ‘’ANTAKYA’’şehri 1098 yılında haçlıların gelişiyle büyük bir kıyım başlamıştı ..
Günümüz Suriye’sinin Hama kentinde cihatçıların onlarca katliam ve kıyım yaptığı bölge de yer alan ‘maarra’ da ise haçlılar bağnazlık, katliam ve kıyım ile yetinmezler. FRENK tarihçi şunları söylemiştir
’’maarra da yetişkin dinsizleri kazanlar da kaynatıyor çocukları ise şiş e geçiriyor ve kızartıp yiyorlardı’’
Belki de bu nedenle günümüze kadar gelen tüm arap destanlarında bu nedenle frenkler hep insan yiyen kişiler olarak betimlenecektir.
Yine frenk tarihçi Albert d aix in şu cümlesi dehşet düzeyindedir. ‘’Bizimkiler sadece öldürülmüş Müslümanları değil köpekleri bile hiç iğrenmeden yiyorlardı’’
Günümüz de cihatçıların kalp söküp çiğ çiğ yemeye çalışan katilini , çocukların boğazlarını kesen katili , hayvanlara tecavüz edeni , diri diri insan yakan a da tanık olduk.
Acımasızca kafa kestikleri yüzlerce belki binlerce alevi ve Hristiyan inancına mensup insanların kıyımına tanık olduk, Ezidi kadınlara tecavüz edip köle olarak sattıklarına da tanık oldu bu coğrafya; hem de bin yıl önce yapılanın aynısı.. tıpkı benzeri olmasa da …
Her iki katil sürüsü ne kadar da birbirlerine benziyorlar.??
Bu günün kendine Müslümanım diyen ülkelerin bir kısmının bu cihat denilen insani dışılığı bir yandan besleyip büyütürken- özünde dinine ihanet ederken-geçmişten çok da farklı davranılmamaktadır.
Bin yıl öncesinin Müslüman ülkeleri olarak bilinen o dönemin Halep emirliği, şam emirliği ve diğer irili ufaklı başka devletler de haçlıların Müslümanları katletmesine göz yummuş hatta desteklemiştir, kimi emirlikler bu katliamlara bizzat askerleriyle katılmıştı -ne kadar da tanıdık geliyor-
İnsan a, kültür e , sanat a, bilim e aynı mesafe de karşı duran cihatçılar ile haçlılar arasında özünde hiçbir fark yoktur.
Günümüz LÜBNAN sınırları içerisin de olan Trablus(gözü pek denizciler ve alim kadılar kenti)kentinin direnişi iki bin gün sürdükten sonra düşer ve ardından kuyumcular(sanat ile uğraşanlar) ve kütüphaneler haçlılar tarafından yağmalanır sonra da ‘’kafir’’ kitaplar yok olsun diye yakılır..
Daha birkaç gün önce ışid in musul kütüphanelerinin ve müzelerinin nasıl yakılıp yıkıldığına tüm dünya tanık oldu..
Suriye de işid,el nusra ve diğer (ılımlı muhalif diye sunulan gruplar dahil) hepsi üniversiteleri yağmaladılar , kitapları yaktılar, bilim için kullanılan aletleri kırıp paramparça ettiler, sanat eserlerine saldırdılar
Binlerce yıldır insanlığın ortak mirası olan heykelleri ve diğer tarihi yapıları ya paramparça ettiler ve ya batılı oligarklara sattılar.
Günümüzün cihatçıları zamanın haçlıları gibi eğitim kurumlarına, müzisyenlere, sanatçılara ve müzik aletlerine acımasızca saldırdılar
Aralarında yaşadıkları tarih dışında hiçbir fark yoktu…!
Haçlılar aynı dönem de Konstantinapol (İstanbul)a da saldırdılar, yağmaladılar, tarihçilere göre nisan 1204 te bir hafta kadar süren bir çatışmanın ardından kent istila edilir ve üç gün boyunca yağma ve kırım serbest bırakılır . ikonalar, heykeller, kitaplar, yunan ve Bizans uygarlığının tanığı olan sayısız sanat eseri çalınır veya tahrip edilir tabi binlerce kent sakini de kılıçlardan geçirilir.
cihatçılar ve haçlılar..
Aralarında yaşadıkları tarih dışında hiçbir fark yoktu…!
Musullu bir tarihçi Konstantinapol katliamına ilişkin şunları der
‘’şehrin ileri gelenlerinden bazıları Ayasofya ya sığındılar, frenkler peşlerindeydi o zaman bir gurup rahip ve keşiş ellerinde haçlar ve inciller olduğu hal de saldırganlardan canlarını bağışlamalarını isterler ama frenkler onları yakar ve dualarına hiç kulak vermeden hepsini katlettikten sonra kiliseyi yağmalarlar’’
Günümüz de yağmaladıkları kilise havra ve caminin haddi hesabı yok, 4 yıldır yüzlerce örneğine tanık olduk…
Yaşananlarının tümünü elbet tarihçiler yazıya aktaracaktır..
Kan gölü deyiminin eksik kaldığı bu coğrafya da insanlık tarihi boyunca acılar dinmedi
Küçük bir örnek olarak yazdığım bu yazı dan da anlaşılacağı gibi haçlılar ile cihatçılar arasında insanı şaşırtacak kadar bir çok benzerliğe sahiptir…

Bin yıl önce nasıl haçlılar bu bölgeyi teslim alamadılarsa bin yıl sonra da teslim alamayacaklar.
sanat, bilim, kültür ve insan elbet kazanacaktır.


2015 JIYAN.ORG


Kimi katliamlar-ölümler dünya da sadece istatistik olmaya mahkum mu?



Ortadoğu ve Afrika da sıradan bir günün bilançosu : Yemen de camiye bomba 142 ölü, Nijerya da bazılarının kafası kesilmiş bir halde bulunan 70 ölü, Suriye-Haseke de Kürtlerin Newroz u kutlarken bombalanması sonucu en az 17 ölü . Bu bilinen ve basına yansıyan sayı olarak 229 ölü insan bedeni.
Bu insanların deri rengi farklıdır, bir batılıya göre inançları farklı, ırk olarak her gün onlarcası ölen ırklardan olduğundan dolayı önemsizdirler.! Bu nedenle ölümler sıradanlaştırılıyor, Avrupalı olmadıklarından dolayı dünyanın belirli-başlı gazetelerinde küçücük puntolarla üçüncü sayfa haberi olarak yansır veya hiç yansımaz-hatırlanmaz bile..
ASYA ve AFRİKA kıtasında dün canlı bugün ise ölü olan 229 can’ın AVRUPA kıtasında yaşayan 1 (yazı ile BİR) can’ın değeri kadar yoktur. Trajedi …
Bu trajediyi insan oğlu ve insan kızına yaşatan Kapitalist sistemdir.
Öldüren sistemdir. Sitemi yönetenler ve sürdürenler her gün onlarca katliam emrini sistemin yaşaması için kullandıkları oyuncaklarına bu emri vermektedirler.
IŞİD (islam adı altında) sisteme hizmet eden ve bu katliam emrini yerine getirenlerden sadece birisidir , küresel güçlerin bölge politikaları bağlamında yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreğinde kullanım değeri yüksek ve etkilidir, kullanım tarihi sona erdiğinde bir başka enstrümana yerini terk edecektir. Sınıflı toplumlar tarihi boyunca aşağı yukarı bu böyle olmuştur , sınıflı toplumlar yeryüzünden silinmedikçe insan-bitki-hayvan ve doğanın sahipleri olan tüm canlıların katliamları devam edecektir. Sistemi yönetenler sistemin devamını sağlamak için ellerindeki her bir enstrümanı (insanlığın toplu imhası dahil) kullanmaktan hiç çekinmeyeceklerdir ; yeter ki petrol vb. yeraltı kaynakları ile yerüstü zenginlikler ellerinden uçup gitmesin.
Sistem medya ve tüm iletişim kanallarıyla insanlar üzerinden sürekli bir algı yönetimi yaratıp yaşanan olay ve olgulara karşı nasıl bir tepki verilip-verilmemesi gerektiği konusunda bize baskı yapıyor . ve çoğu zaman bunu başarıyor.
Charlie Hebdo saldırısında Fransa da öldürülen 12 kişi için sistemi yöneten liderlerin yarattığı etki-çıkardıkları ses neden Yemen, Suriye, Kürdistan veya Nijerya da hayata geçirilmez?
Son yıllarda bölge de yaşanan onlarca katliamdan sadece iki tane örnek verilecek olursa; Humusta daha bir yılını doldurmayan bir katliamı o kadar az insan hatırlıyor ki..!! 41'i 6-12 yaş aralığındaki çocuklar olmak üzere en az 49 kişi hayatını kaybetmişti, Çocukların suçu Suriye coğrafyasında yaşamaktı.. Dünya unuttu..! ki katliamın yapıldığı zaman bile aynı yukarıdaki katliamların benzeri olarak devekuşu gibi başlarını kuma gömmeyen az sayıda insan tarafından görülmüştür.
Pakistan'ın Peşaver kentinde bir okulu basan ışid türevi teröristler yine en az 126 kişiyi katletmişti; ölen Pakistanlılar olunca daha 3 ay geçmeden katliam unutulmuştur.
Kimi katliamlar-ölümler dünya da sadece istatistik olmaya mahkum mu?
İnsanları sınırlara bölenler, bu sınırlar içerisine hapsedenler, insanlara ırk üzerinden üst kimlik kazandıranlar, insanları din üzerinden kişiliklerini ifade ettirenler hep aynı kişi ve kurumlardır.. bizim yani halkların ortak düşmanları bunlardır.
Küresel güçler ..bunları tanıyalım..
Biz hangi ırka mensup, hangi dili konuşuyor olursak olalım halka düşen birbirimizle değil ortak düşmana karşı hayatın her alanında mücadelemizi yükseltmektir .
Asya kıtasının herhangi bir ülkesindeki 229 insanın canı
Avrupa kıtasının herhangi bir ülkesindeki 1 insanın canı kadar değerli değil mi?
insan canının dünyanın herhangi bir coğrafyasındaki değeri (canlı- ölü) eşitlendiğinde insanlık da özgürleşecek.


21 MART 2015 JIYAN.ORG


Bütün ülke planlı işlenen bir cinayeti gördü

 


Bütün ülke planlı işlenen bir cinayeti gördü


(BERKİN gittiğinde kürkçüler' cezaevindeki hücremden küçük bir seslenişle onu uğurlamıştım)



Gittin çocuk, 269 gün bekledin sonrasında gittin çocuk. Direndin; ekmeğin bize değerli olduğunu anlatana-öğretene kadar bekledin ve devletin de, polisin de bize değersizliğini öğrettin ve gittin berkin çocuk..
Git..! git çocuk ağabeylerin bekler; O bilinmeyen diyarlar da ETHEM yolunu gözler, anlat ona çocuk.
O sınırsızlık ve sonsuzluk da ALİ İSMAİL bekler, ABDO CAN bekler, o ekmeğin bol polisin hiç olmadığı yerler de AHMET seni bekler ..
Hasan Feritlerle buluşacağın yerler de selamımızı ilet BERKİN çocuk.
Kara kaşların, kara gözlerinle bize gülümseyerek MEDENİ ile buluşmaya GİT-tin çocuk..
Sloganlarımızı, direnişimizi MEHMET e de anlat BERKİN çocuk.
Gelecek güzel günlerin, uçurtmaların özgürce uçtuğu, çocukların oyunlarını oynayıp öldürülmediği, ekmeğin herkese yettiği, polisin olmadığı, devletin olmadığı günler için direnen milyonlarca insanın mücadelesini anlat ağabeylerine BERKİN çocuk ..
Sen ve ağabeylerinin bize açtığı yollardan devam ettiğimizi ve hiç kimsenin boşuna ölmediğini anlat onlara BERKİN çocuk..
Haziranın bir gününde kapattığın o kara gözlerin bizim ışığımızdır çocuk..
Öğrendik çocuk.. Bir ülkeyi yönetenlerin O ülke de yaşayan insanların hayatlarından sorumlu olduklarını öğrendik çocuk.
On dört yaşında bir çocuğun sokağa ekmek almak için çıktığında O ülkenin başbakanının destanlar yazması için polisine verdiği emirlerle; attıkları gaz kapsülleriyle vurulabileceğini öğrendik.
Bu coğrafya da katilin hep devlet olduğunu öğrendik ve iyice belleğimize kazıdık, katilin o devleti yönetenlerin olduğunu öğrendik, katilin bu devlet görevlilerinden hesap sormayan hukuk'un olduğunu öğrendik ..
Bütün ülke planlı işlenen bir cinayeti gördü..
Uzun yıllar öncesinden söylenen bu sözleri duymuş muydun çocuk ?
"eğer devlet vatandaşlarının haklarını koruyamıyorsa geriye tek seçenek kalır o'da DEVRİM dir"
Tek seçeneğimizle baş başayız BERKİN çocuk, söz verdik Haziranın sekiz direnişçisine söz verdik
Çoğalarak Ölüme giden giden sekiz direnişçinin biz azalarak kalan milyonlarca ağızdan hep birlikte söz verdik çocuk..
Bu topraklara, bu yeryüzüne DEVRİM borcumuz var çocuk..
Git çocuk .. git.. ve haziranın diğer karanfillerine selam söyle BERKİN çocuk..
Gittin çocuk, çocukluğumuz da gitti..
İnsanlık 2 ekmek ve 16 kilogram; katillerin bir nokta bir milyar dolar ve doymuyorlar.


10 mart 2015 jiyan.org 

Bir Seyyar Satıcının İntihar Notundaki Adalet Çığlığı

Bir Seyyar Satıcının İntihar Notundaki Adalet Çığlığı

by Jiyan

(Seyyar Satıcı Cemil Bozkuş, borçla aldığı fındıkları zabıta baskını sebebiyle satamayınca, NOT BIRAKIP İNTİHAR ETTİ)


BİR SEYYAR SATICININ İNTİHAR NOTUNDAKİ ADALET ÇIĞLIĞI
''Bir cinayet için bir ekip giderken fındık-fıstık sattığı tablasını almak ve el koymak için için on ekip geliyor.! ''
Seyyar satıcı cemil haklı olarak isyan çığlığını basıyor, hem adalet çığlığı hem isyanı ses olamıyor.
O öfke birikiminin yarattığı isyanı biliyorum; hissedebiliyor ve anlayabiliyorum
(evet belki insan sadece anlaşılmayı bekler bir ömür boyunca)
Bildiğim ve sokaktaki çoğu insanın bildiği o öfke birikiminin yarattığı isyan belki intihar ile sonuçlanmamalıydı.
Nereye isyan kime isyan sorusunu doğru sorup yanlış cevaplandırıyor seyyar satıcı cemil..
Yıllarca itilmiş, ötekileştirilmiş,yok sayılmış ve kendisince belki de toplumda karşılığı olmayan bir hayat yaşayan seyyar satıcı cemilin kısa süren bu hayatı doğru bir eğitim ile başlayan bir çocukluğu, oynadığı oyuncakları, sağlıklı gelişen bir gençliği, düzenli yaptığı bir işi ile her akşam çocuklarına gidebilip ekmek götürebilseydi (vb. sorular çoğaltılabilir) kendi hayatına gönüllü olarak son verebilir miydi seyyar satıcı cemil.?
Çocukluğunda -gençliğinde Yaşayamadığı ,yapamadığı tüm bu şeyleri –eğitim, sağlık, vd. tüm ihtiyaçlarını hepimizin düzenli olarak vergilerini ödediği ‘devlet’ in sağlaması gerekmez miydi?
Bu isyanını bastırıp kendi hayatına son vermek yerine isyan oklarını devlete fırlatamaz mıydı?
Cemil’in hangi ırka, hangi dine mensup olduğu değil hangi sınıfa ait olduğunu net olarak görebiliyoruz , bu açı dan yaklaştığımız da bu da bize gösterir ki bu ülke de mücadelemizin ayrı olmadığıdır.
Kimliğimiz de Türk, Kürt, Arap vd. herhangi bir sıfatın olması , alevi, sunni, ermeni vd. dinsel olarak farklı-farklı inançlara sahip olmamız yoksulluğun ve ezilmişliğin ayrı olmayıp aksine birlikte, ortak ve yan yana durmamız gerektiğini bize o kadar net gösteriyor ki..!
Silahları birbirimize doğrultacağımıza ortak düşman olan yükselen gericiliğe ve faşizme karşı doğrultmalıyız.!
Bunu yapmaz ve bu uğur da mücadelemizi vermez isek hepimiz seyyar satıcı cemilin adalet çığlığını duymaya devam edecek ve ya herhangi birimiz atacaktır o adalet bekleyen çığlığı..
İsyanımız kendimize-bedenimize ve birbirimize karşı olmamalı ..isyan çığlığının atılacağı ve öfke birikiminin boşaltılacağı yer ve hedef belli dir..nettir..!
Son yıllarımız hep adalet aramakla geçti-geçiyor , sokakta mahkeme duvarlarında haykırmaya devam ediyoruz. Ve onların adaleti nasıl sağladığını da iyi görüyoruz.
Mahkemeler ve hukukun tümü kendi hukuksuzluklarını ikame ettirmek için çalışıyor..
Adalet çığlığının nasıl olmaması gerektiğini seyyar satıcı cemil dün bütün bir ülke ye gösterdi..
Tek tek hepimiz bu şekil de isimsiz erken ölü kişilikler olmak istemiyorsak
İsyanımızı topluca hayatın her alanında sergilemekten çekinmemeliyiz..
Bizim adaletimiz onların adaletine de benzememeli..!
İntihar eden Seyyar satıcı cemillerin, tecavüze uğratılıp vahşice katledilen öğrenci özgecan ların, sokaklarda dövülerek katledilen gencecik Ali İsmaillerin polislerin kurşunlarına hedef olan ethemlerin, Ahmetlerin , Abdocanların adalet çığlıklarına kulak verip o ölen gencecik bedenlerin yaşayan sesi olmaz isek onların sonu hepimizi bekliyor olacak..
Duyuyormuyuz?
Adalet çığlığı ülkenin her bir yerinden durmadan yükseliyor…!!


5 mart 2015 ( jiyan.org)

28 Kasım 2011 Pazartesi

YILDIZLAR

Çocukken yıldızlara daha çok bakardım;
büyüdüm...!!
yıldızlar eksilmedi.! Ben farkında değilim, hayat koşuşturmacasın da unuttum galiba.. fakat unutulurken, birileri unuturken beni nedense aklıma en çok yıldızlar düşüyor..
Bir çocuk yıldızlara neden verir ki zamanını?
Bir aşık verebiliiyor ancak bir çocuğun verebildiği kadar.

-bazılarımızı en çok mutlu eden figür dür yıldızlar-

Hem çok uzak hem çok yakın hissettiğimiz den midir bilinmez ama yıldızlar kendini sevdirmesini biliyor işte, bu yüzden mi acaba kaybettiğimiz güzel insanların arkasından hep ; bir yıldız daha kayboldu,bir yıldız daha düştü, gökyüzün de bir yıldız gibiydi gibi kalıplar kullanırız. Yıldızlar üzerine ne şiirler okunmuş ne türküler yakılıp şarkılar söylenmiş. belki de yazı ya tutunan her bir insan mutlak surette yıldızları yön bellemiş-yazmıştır.
Küçükken düşünürmüydüm acaba her yıldızın bir gezegen olduğunu? daha çok yıldızların kaymasını bekler bir dilek tutmayı umardım; belki de beni mutlu eden figür kaymasıydı yıldızların. Büyüdükçe yıldızları aşkımıza alet ettik..
Doğduğumuz günü yıldızlara göre şekillendirdik.
Biz büyüdükçe yıldızlar küçülmedi de belki de önemini yada farkındalığını yitirdi. Kaç yıldız kaydı sayamadık ki. Kaç yıldız eksildi yeryüzünden ve gökyüzünden bilemedik ki.. Kaç kez aşık olup kaç kez yıldızlara sığınmadık ki !?
.. .........................
Bir yıldız görüyorum gökyüzünün enginliğin de
Çok uzaklar da
Çok parlak
Ellerimi uzatsam dokunacakmış gibiyim
O yıldız sensin
Ona senin ismini verdim.