28 Kasım 2011 Pazartesi

YILDIZLAR

Çocukken yıldızlara daha çok bakardım;
büyüdüm...!!
yıldızlar eksilmedi.! Ben farkında değilim, hayat koşuşturmacasın da unuttum galiba.. fakat unutulurken, birileri unuturken beni nedense aklıma en çok yıldızlar düşüyor..
Bir çocuk yıldızlara neden verir ki zamanını?
Bir aşık verebiliiyor ancak bir çocuğun verebildiği kadar.

-bazılarımızı en çok mutlu eden figür dür yıldızlar-

Hem çok uzak hem çok yakın hissettiğimiz den midir bilinmez ama yıldızlar kendini sevdirmesini biliyor işte, bu yüzden mi acaba kaybettiğimiz güzel insanların arkasından hep ; bir yıldız daha kayboldu,bir yıldız daha düştü, gökyüzün de bir yıldız gibiydi gibi kalıplar kullanırız. Yıldızlar üzerine ne şiirler okunmuş ne türküler yakılıp şarkılar söylenmiş. belki de yazı ya tutunan her bir insan mutlak surette yıldızları yön bellemiş-yazmıştır.
Küçükken düşünürmüydüm acaba her yıldızın bir gezegen olduğunu? daha çok yıldızların kaymasını bekler bir dilek tutmayı umardım; belki de beni mutlu eden figür kaymasıydı yıldızların. Büyüdükçe yıldızları aşkımıza alet ettik..
Doğduğumuz günü yıldızlara göre şekillendirdik.
Biz büyüdükçe yıldızlar küçülmedi de belki de önemini yada farkındalığını yitirdi. Kaç yıldız kaydı sayamadık ki. Kaç yıldız eksildi yeryüzünden ve gökyüzünden bilemedik ki.. Kaç kez aşık olup kaç kez yıldızlara sığınmadık ki !?
.. .........................
Bir yıldız görüyorum gökyüzünün enginliğin de
Çok uzaklar da
Çok parlak
Ellerimi uzatsam dokunacakmış gibiyim
O yıldız sensin
Ona senin ismini verdim.

düş günlüğü kırıntısı ..1 den önceki nin hemen öncesi..

küçük bir kız çocuğunun gözyaşlarını sırtlayıp taşıdım omuzbaşımda. dedi ki.! sana dair türküler sunacakmışım; acı çekmiş aşk'ların türkülerini dizlerinin önüne dökecekmişim, en ücrasından anadolunun; pir sultanın yüz sürdüğü topraklardan..... en sırlı yerinden kırılmayacakmış ayna, suretimi suretin de aklayacakmışım ve.. dedi ki..! aşk tanrıları özgür kılmışlar akacak gözyaşlarımızı; sevdalar uğruna şiir ler yakacakmışız; kalbi kor'a dönen şairlerin yerine ulaşmamış çığlıkları besleyecek bizi. ve aşk'lar uğruna leylalar uyandıracakmışız; mecnunlar.... buyurgan ve doğurgan bir sesti bizi çağıran o ırmağın sularını keşfe çağıran bağırmaklı kısık bir ses..

düş günlükleri.. 1 den sonrası..

Yüreğim sakin bir göl gibiydi; balık avcısını bekleyen,kuşların enginliğim de uçuşlarını gözleyen dingin, şeffaf ve en sade halimle hayat a bakıyordum.. bekliyormuydum ? bilmiyordum..bir planım yoktu ,ben sen değildim.! olmamıştı,olmazdi ki,sadece öylesine bakıyordum hayata… zira yaşanmışlıkların acısı yetmekte idi, her anını ve anısını dolduruyordu hayatın, geçmişe çizilen çentikler… çarmıha gerilen isa gibi değil di bedenim ; kaburgalarımın içlerinden gerilmiştim çarmıha;kaç kez öldüm! saymaya fırsatım olmadı ki.. bir gün! hatta bir gece,geceler den bir gece seni gördüm..kalbimin işareti ile seni gördüm.. görsemiydim..görmezlikten mi gelmeliydim derken.yalnızlığa sarılı düşlemlerine karışmıştı kanım;ayırt edemedim kendimi senden.. sen serserimdin ben sendim…! Büyülü bir dergahın müritleri gibi buluşmuştuk ; paylaşacak çok şey vardı .. Yarıda kalmış yaşamların bütünlemesi bize kalmış gibi sürdürmeliydik hayatı… Bedeninden geçtim..ruhun kaldırabilirmiydi eksik kalan bir yaşam daha? Korkuyordun.!korkunun kokusu karıştı uykularıma her şeyin ayrıntılarında senin giz’in vardı artık. Sen ‘in olmadığı her an bir hüznün kırıntısı gibi saplanıyordu göğsümün orta yerine.. Tüm devrim çığlıklarının vücut bulduğu bir yaralı beden;işkence izlerinin mahpusane gecelerine aktarılan buhur kokusu gibiydi ağzından düşen her kelime.. Teninle tanışma faslını bir tarikatın müritlerine uyguladığı kriterle sınadın beni… Uzaksın şimdi! uzaklığın buğulu,soğuk,bir mezar sessizliği kadar çiçeğe hasret an’larla tam lamaya çalışıyorum ruhumun yoksulluğunu.. biliyormusun ki şimdi yüreğimi iki ye bölmüşüm! İstanbul da olmam kar etmiyor.. Bir yarısı Avrupa da ise diğer yarısı anadoluda kızıla kesmiş Kızılca kıyamet arzular eşliğinde sessiz çığlıklarımı ulaştırmaya çalışıyorum .. Gerisi şairin dilinden dökülen eskimeyen sözcükler... kalanı bize iyilik güzellik….

düş günlükleri.1

insanların, hayvanların, bitkilerin zulüm ve ölüm gördüğü bir gökyüzü altından sesleniyorum sana.! -kısık olmasına bakma bu sesin- kesildiği,hırpalandığı, akvaryumlara, havuzlara, hapishanelere doldurulduğu ve yine ölümlerinin hep 3. sayfa olarak kaldığı veyahut sayfalara girmediği bilcümle işkencenin henüz insanlara anlatılmayan metodlarının uygulandığı, herşeyin hormonlaştırıldığı ve özgürlük çığlıklarının sadece yeni nesil don kişotların seslendirdiği, tüm canlılarının yalnızlaştırıldığı ve acı çekmeye zorlandığı bir yeryüzü üstünden sesleniyorum sana. 1000 mektup yazmaya ahdettim.. sonra..! sonrası bir dergah ın dervişleri gibi;dervişlerin saflaşmış vicdanı gibi,nirvana'ya ermiş bir soluk yüz;bir sarı yüz bırakacağım sana sonra..! sonrası zencefil kokusu.... sonra ...! sonrası insanların, hayvanların,bitkilerin bitmez ritüeli.... sonrası duvar yerine köprü kuran insanlık... ve insanlığın yüzyıllara,. çağlara,toplumlara, ırgatlara, kölelere, spartaküslere, işçilere, aksakallı dedelere, burma bıyıklı acı çeken yüzlere. siyah a, beyaz a, ve bilcümle insanlığa... insanlığın özgürleşme mücadelesine... hayat....!

esmer düşlere.. düş günlükleri...1 den öncesi.....

tarihin her yüzyılından kopmuş; köle pazarlarını dolaşmış, kervanların, kervansarayların gölgelerinde soğutmuştum kaynayan bedenimi. ortaçağ'ın karanlığına kandil olan, ışık tutan bir bedeni taşıyordu alımlı hoş vücudun. 'bir'leştirmesi bir sonra ki yüzyıla sarkacaktı. makinalaşmış, mektupsuzlaştırılmış, şiir den arındırılmış insancıklar topluluğunun arasında geziyordu ruhlarımız. bir izleyici olarak gönderilmiş vaiz gibiydi gözlerin. ben ise kullarını yitirmiş yoksul bir tanrı gibiydim. yitirdiğim her şey den biraz sen de buldum... biriimiz kutuplardan diğerimiz afrikanın en ucundan ses veriyordu.. senin dediğin gibi farklı gözlerle bakarken dünyaya meğerse aynı yere bakıyormuşuz ; aynı dünyaya....